in [uk] - Turco Inglés Diccionario

in [uk]

Significados de "in [uk]" en diccionario turco inglés : 1 resultado(s)

Inglés Turco
Abbreviation
in [uk] adv. yararına

Significados de "in [uk]" con otros términos en diccionario inglés turco: 500 resultado(s)

Inglés Turco
Colloquial
in hospital [uk] expr. hastanede
Yes, tell him anything, like his mother is in hospital.
Evet, ona her şeyi söyle, mesela annesinin hastanede olduğunu.

More Sentences
General
last in the series (uk) n. sezon finali
blow-in [uk] n. göçmen
blow-in [uk] n. muhacir
run-in [uk] n. yarış sonu
run-in [uk] n. av sonu
run-in [uk] n. yarışın bitişi
run-in [uk] n. avın bitişi
drop-in centre [uk] n. (britanya'da) gündüz istendiği gibi ziyaret edilebilen bakım evi
pull in [uk] n. (kamyoncuların uğradığı) yol kenarında yer alan kafe
in [dialect] [uk] v. çevrelemek
in [dialect] [uk] v. kuşatmak
in [dialect] [uk] v. iadesini istemek
in [dialect] [uk] v. hasat etmek
sit in [uk] v. bakıcılık yapmak
sit in [uk] v. dadılık yapmak
sit in [uk] v. masaya oturmak
sit in [uk] v. sofraya oturmak
in-service [uk] adj. hizmetçilik yapan
in the bank [uk] adv. borçlu bir şekilde
in colour [uk] prep. renkli
in the way [uk] expr. elinin altında
in the way [uk] expr. yakında
in the way [uk] expr. hazırda
Phrasals
romp in [uk] v. kolayca kazanmak
romp in [uk] v. açık ara kazanmak
contract in [uk] v. siyasi kullanım amacıyla bir sendikaya vergi ödemeye yazılı onay vermek
get in [uk] interj. bir sevinç ünlemi
Phrases
clogs to clogs in three generations [uk] expr. bir neslin biriktirdikleri üçüncü nesle kadar erir gider
clogs to clogs in three generations [uk] expr. zenginlik zar zor üç nesil devam eder
clogs to clogs in three generations [uk] expr. parayı dede kazanır, oğul saklar, torun savurur
clogs to clogs in three generations [uk] expr. zenginliğin keyfini tek bir kuşak sürer
in the ordinary way [uk] expr. normalde
in the ordinary way [uk] expr. genelde
in the ordinary way [uk] expr. aslında
in the post [uk] expr. postada
in the post [uk] expr. posta ulaştırma sürecinde
in the post [uk] expr. gönderim sürecinde
in the post [uk] expr. posta kutusuna
in the post [uk] expr. posta kutusunda
in the post [uk] expr. postaneye
in the post [uk] expr. postanede
in the post [uk] expr. posta dağıtım merkezinde
in the post [uk] expr. posta dağıtım merkezine
in/of the order of [uk] expr. yaklaşık
in/of the order of [uk] expr. yakın
in/of the order of [uk] expr. aşağı yukarı
in/of the order of [uk] expr. civarında
in phase (with someone or something) [uk] expr. (biriyle/bir şeyle) aynı/benzer amaçları, idealleri paylaşan
in phase (with someone or something) [uk] expr. (biriyle/bir şeyle) aynı/benzer zevkleri paylaşan
in phase (with someone or something) [uk] expr. (biriyle/bir şeyle) uyuşan
in phase of phase (with something) [uk] expr. (bir şeyle) senkronize çalışan
in phase of phase (with something) [uk] expr. (bir şeyle) koordineli çalışan
in the light of something [uk] expr. bir şeyin ışığında
in the light of something [uk] expr. bir şeyi dikkate alarak
in the light of something [uk] expr. bir şeye göre
Colloquial
look in [uk/austraila] n. fırsat
look in [uk/austraila] n. imkan
look in [uk/austraila] n. şans
the ace in your hand [uk] n. gizli silah
the ace in your hand [uk] n. koz
hole-in-the-wall [uk] n. bankamatik
get stuck in [uk] v. canla başla yapmak/mücadele etmek
get stuck in [uk] v. (yemeğe) gömülmek
get stuck in [uk] v. (yemeğe) yumulmak
pack in [uk/new zealand] v. (bir şeyi) yapmayı durdurmak
pack in [uk/new zealand] v. yapmayı sonlandırmak
pack in [uk/new zealand] v. yapmayı bırakmak
in the hole [uk] adj. içeride (kişi veya kurumun borçlu olması anlamında)
in the hole [uk] adj. belirli bir miktar içeri girmiş (kişi veya kurumun borçlu olması anlamında)
in one go [uk] expr. bir seferde
in one go [uk] expr. bir kerede
in one go [uk] expr. bir defada
in one go [uk] expr. bir gidişte
in one go [uk] expr. bir oturuşta
not much in it [uk] expr. pek farkı yok
not much in it [uk] expr. fark edilebilir/dikkate değer bir değişiklik yok
not much in it [uk] expr. gözle görülür bir fark yok/değil
not much in it [uk] expr. küçük bir fark var
not much in it [uk] expr. önemsiz bir fark var
not much in it [uk] expr. neredeyse eşit/aynı
at/in one go [uk] expr. bir çırpıda
at/in one go [uk] expr. bir hamlede
at/in one go [uk] expr. tek hareketle
at/in one go [uk] expr. aynı anda
at/in one go [uk] expr. tek vuruşta
at/in one go [uk] expr. aynı zamanda
at/in one go [uk] expr. bir kerde
at/in one go [uk] expr. tek seferde
at/in one go [uk] expr. bir oturuşta
you've got it in one [uk] expr. doğru tahmin ettin
you've got it in one [uk] expr. tam isabet
you've got it in one [uk] expr. tam üstüne bastın
what's (all) ˈthis in aid of? [uk] expr. bunun ne yararı var?
what's (all) ˈthis in aid of? [uk] expr. bunun amacı/nedeni ne?
Idioms
the man in the street (uk) n. sade vatandaş
pig in the middle [uk] n. arada kalmış
pig in the middle [uk] n. iki kişinin/tartışmanın arasında kalmış
pig in the middle [uk] n. iki kişinin/tartışmanın ortasında kalmış
a babe in arms [uk] n. bebek
a babe in arms [uk] n. yeni doğmuş bebek
a babe in arms [uk] n. kucakta/kundakta bebek
a babe in arms [uk] n. çok genç
a babe in arms [uk] n. çok küçük yaşta
a babe in arms [uk] n. saf ve deneyimsiz kimse
a babe in arms [uk] n. acemi
a babe in arms [uk] n. çaylak
a babe in arms [uk] n. yeni
a plum in your mouth [uk] n. havalı havalı konuşma
a plum in your mouth [uk] n. kibirli kibirli konuşma
a plum in your mouth [uk] n. üst perdeden konuşma
a plum in your mouth [uk] n. böbürlenerek konuşma
a plum in your mouth [uk] n. üstten üstten konuşma
a plum in your mouth [uk] n. üstünlük taslayarak konuşma
(be in) a tearing hurry/rush [uk] n. aşırı bir acele (içerisinde olmak)
(be in) a tearing hurry/rush [uk] n. aşırı bir koşturma (içerisinde olmak)
(be in) a tearing hurry/rush [uk] n. büyük bir hız (içerisinde olmak)
(be in) a tearing hurry/rush [uk] n. büyük bir acele (içerisinde olmak)
a word in someone's ear [uk] n. gizlice kulağa fısıldanan bilgi/tavsiye/uyarı
a word in someone's ear [uk] n. kulağına fısıldanmış söz
a word in someone's ear [uk] n. kulağa fısıldanan söz
be in a tearing hurry [uk] v. aşırı acelesi olmak
be in a tearing hurry [uk] v. koştur koştur koşturmak
be in a tearing rush [uk] v. aşırı acelesi olmak
be in a tearing rush [uk] v. koştur koştur koşturmak
get stuck in/into (uk) v. bir şeyin müptelası olmak
get stuck in/into (uk) v. yemeğe oturmak
go cap in hand (to someone) [uk] v. utana sıkıla (birinden) yardım istemek
go cap in hand (to someone) [uk] v. utana sıkıla (birinden) maddi yardım/para istemek
go cap in hand (to someone) [uk] v. başı önde (birinden) yardım/para istemek
go cap in hand (to someone) [uk] v. (birinden) ezilip büzülerek yardım/para istemek
go cap in hand (to someone) [uk] v. (birinden) mahcup bir şekilde yardım/para istemek
have a skeleton in one's cupboard [uk] v. utanılacak bir sırrı/sırları olmak
have a skeleton in one's cupboard [uk] v. utanç verici bir sırrı/sırları olmak
have a skeleton in one's cupboard [uk] v. hoş olmayan bir sırrı/sırları olmak
have a skeleton in one's cupboard [uk] v. eskiden kalma kötü bir sırrı/sırları olmak
have a skeleton in the cupboard [uk] v. utanılacak bir sırrı/sırları olmak
have a skeleton in the cupboard [uk] v. utanç verici bir sırrı/sırları olmak
have a skeleton in the cupboard [uk] v. hoş olmayan bir sırrı/sırları olmak
have a skeleton in the cupboard [uk] v. eskiden kalma kötü bir sırrı/sırları olmak
have skeletons in one's cupboard [uk] v. utanılacak bir sırrı/sırları olmak
have skeletons in one's cupboard [uk] v. utanç verici bir sırrı/sırları olmak
have skeletons in one's cupboard [uk] v. hoş olmayan bir sırrı/sırları olmak
have skeletons in one's cupboard [uk] v. eskiden kalma kötü bir sırrı/sırları olmak
have skeletons in the cupboard [uk] v. utanılacak bir sırrı/sırları olmak
have skeletons in the cupboard [uk] v. utanç verici bir sırrı/sırları olmak
have skeletons in the cupboard [uk] v. hoş olmayan bir sırrı/sırları olmak
have skeletons in the cupboard [uk] v. eskiden kalma kötü bir sırrı/sırları olmak
put in (one's) tuppence (worth) [uk/australia] v. (kendi) görüşünü/fikrini paylaşmak
put in (one's) tuppence (worth) [uk/australia] v. (kendi) naçizane görüşünü/fikrini paylaşmak
put in (one's) tuppence (worth) [uk/australia] v. yerli yersiz (kendi) fikrini söylemek
put in (one's) tuppence (worth) [uk/australia] v. yerli yersiz fikir/görüş belirtmek
put in (one's) two pennyworth [uk] v. (kendi) görüşünü/fikrini paylaşmak
put in (one's) two pennyworth [uk] v. (kendi) naçizane görüşünü/fikrini paylaşmak
put in (one's) two pennyworth [uk] v. yerli yersiz (kendi) fikrini söylemek
put in (one's) two pennyworth [uk] v. yerli yersiz fikir/görüş belirtmek
put in (one's) two pennyworth [uk] v. maydanoz olmak
put in (one's) twopence (worth) [uk/australia] v. (kendi) görüşünü/fikrini paylaşmak
put in (one's) twopence (worth) [uk/australia] v. (kendi) naçizane görüşünü/fikrini paylaşmak
put in (one's) twopence (worth) [uk/australia] v. yerli yersiz (kendi) fikrini söylemek
put in (one's) twopence (worth) [uk/australia] v. yerli yersiz fikir/görüş belirtmek
put in (one's) twopence (worth) [uk/australia] v. maydanoz olmak
not have a look in [uk] v. şansı olmamak
not have a look in [uk] v. sıra gelmemek
take it in the neck [uk] v. azar işitmek
take it in the neck [uk] v. paparayı yemek
take it in the neck [uk] v. fırçayı yemek
take it in the neck [uk] v. cezalandırılmak
be blowing in the wind [uk] v. değerlendirme sürecinde olmak
be blowing in the wind [uk] v. görüşme/tartışma aşamasında olmak
be back in harness [uk] v. işine dönmek
be back in harness [uk] v. tekrar işe başlamak/dönmek
be in two minds about something/about doing something [uk] v. bir şey/bir şeyi yapmak hakkında bocalamak
be in two minds about something/about doing something [uk] v. bir şeyle/bir şeyi yapmakla ilgili kararsızlık yaşamak
be in two minds about something/about doing something [uk] v. bir şeyle/bir şeyi yapmakla ilgili muallakta kalmak
be in two minds about something/about doing something [uk] v. bir şeyle/bir şeyi yapmakla ilgili kesin karar verememek
be in two minds about something/about doing something [uk] v. bir şeyle/bir şeyi yapmakla ilgili gel git yaşamak
be in two minds about something/about doing something [uk] v. bir şeyle/bir şeyi yapmakla ilgili ikilemde olmak
be in two minds about something/about doing something [uk] v. bir şeyle/bir şeyi yapmakla ilgili kararsız kalmak
be in pocket [uk] v. kar etmek/zararda olmak
be in pocket [uk] v. cebinde para kalmak/parasız kalmak
be running round in circles [uk] v. yerinde saymak
be running round in circles [uk] v. dönüp dolaşıp aynı noktaya gelmek
be running round in circles [uk] v. aynı şeyin/noktanın etrafında dönüp durmak
be running round in circles [uk] v. bir ilerleme kaydedememek
be running round in circles [uk] v. boşa zaman/enerji harcamak
be running round in circles [uk] v. boşa kürek çekmek
be in each other's pockets [uk] v. etle tırnak gibi olmak
be in each other's pockets [uk] v. içtikleri su ayrı gitmemek
be in each other's pockets [uk] v. yapışık ikizler gibi yaşamak
live in each other's pockets [uk] v. etle tırnak gibi olmak
live in each other's pockets [uk] v. içtikleri su ayrı gitmemek
live in each other's pockets [uk] v. yapışık ikizler gibi yaşamak
couldn't organise a bun fight in a bakery [uk/australia] v. kendine hayrı dokunmamak
couldn't organise a bun fight in a bakery [uk/australia] v. kendine bile hayrı olmamak
couldn't organise a bun fight in a bakery [uk/australia] v. en kolay işi bile becerememek
couldn't organise a bun fight in a bakery [uk/australia] v. beceriksiz olmak
dip a toe in the water [uk] v. el atmak
dip a toe in the water [uk] v. kolları sıvamak
dip a toe in the water [uk] v. bir işe girişmek
dip a toe in the water [uk] v. dahil olmak
dip a toe in the water [uk] v. yeni bir şeye başlamak
dip a toe in the water [uk] v. bir işe adım atmak
dip a toe in the water [uk] v. yavaş yavaş başlamak
dip a toe in the water [uk] v. denemek
dip a toe in the water [uk] v. ucundan kıyısından başlamak
dip one's toe in the water [uk] v. el atmak
dip one's toe in the water [uk] v. kolları sıvamak
dip one's toe in the water [uk] v. bir işe girişmek
dip one's toe in the water [uk] v. dahil olmak
dip one's toe in the water [uk] v. yeni bir şeye başlamak
dip one's toe in the water [uk] v. bir işe adım atmak
dip one's toe in the water [uk] v. yavaş yavaş başlamak
dip one's toe in the water [uk] v. denemek
dip one's toe in the water [uk] v. ucundan kıyısından başlamak
do your head in [uk] v. deli etmek
do your head in [uk] v. kafayı yedirmek
do your head in [uk] v. sinir etmek
not get a word in edgeways [uk] v. ağzını açamamak
not get a word in edgeways [uk] v. fırsat bulup tek kelime edememek
put your foot in it [uk] v. çam devirmek
put your foot in it [uk] v. pot kırmak
get a look in [uk/australia] v. şansı/fırsatı olmak
get a look in [uk/australia] v. şans/fırsat elde etmek/yakalamak
get a look in [uk/australia] v. kendini gösterme şansı olmak/yakalamak
get your eye in [uk] v. (alıştırma/egzersiz yaparak) bir şeyde iyi olmak
get your eye in [uk] v. göre göre öğrenmek
get your eye in [uk] v. gözü alışmak
get your eye in [uk] v. göz aşinalığı kazanmak
get your eye in [uk] v. ısınmak
get your knickers in a twist [uk] v. canı çok sıkılmak
get your knickers in a twist [uk] v. kafayı takmak
get your knickers in a twist [uk] v. hemen tribe girmek
get your knickers in a twist [uk] v. hemen endişeye kapılmak/üzülmek
get your knickers in a twist [uk] v. hemen sinirlenmek
get your knickers in a twist [uk] v. büyük tepki vermek
go cap in hand (to somebody) [uk] v. utana sıkıla (birinden) yardım istemek
go cap in hand (to somebody) [uk] v. başı önde (birinden) bir şey istemek/dilenmek
go cap in hand (to somebody) [uk] v. (birinden) mahcup bir şekilde bir şey istemek/dilenmek
go cap in hand (to somebody) [uk] v. utana sıkıla (birinden) maddi yardım/para istemek
go cap in hand (to somebody) [uk] v. (birine) el açmak
have your fingers in the till [uk] v. çalıştığı şirketten para çalmak
have your fingers in the till [uk] v. para araklamak
have your fingers in the till [uk] v. para tırtıklamak
have your fingers in the till [uk] v. işvereninden para çalmak
put in (one's) two pennies (worth) [uk] v. burnunu sokmak
put in (one's) two pennies (worth) [uk] v. hariçten gazel okumak
put in (one's) two pennies (worth) [uk] v. bir işe salça/maydanoz olmak
put in (one's) two pennies (worth) [uk] v. yerli yersiz fikir belirtmek
put in (one's) two pennies (worth) [uk] v. sorulmadan fikrini söylemek
put in (one's) two penn'orth [uk] v. burnunu sokmak
put in (one's) two penn'orth [uk] v. hariçten gazel okumak
put in (one's) two penn'orth [uk] v. bir işe salça/maydanoz olmak
put in (one's) two penn'orth [uk] v. yerli yersiz fikir belirtmek
put in (one's) two penn'orth [uk] v. sorulmadan fikrini söylemek
put the roses back in (one's) cheeks [uk] v. (birinin) yanaklarına renk getirmek
put the roses back in (one's) cheeks [uk] v. (birinin) sağlığını yerine getirmek
put the roses back in (one's) cheeks [uk] v. (birinin) enerjisini yerine getirmek
put your hand in your pocket [uk] v. elini cebine atmak
put your hand in your pocket [uk] v. para vermek/harcamak
stick your oar in (something) [uk] v. (bir şeye) salça/maydanoz olmak
stick your oar in (something) [uk] v. (bir şeye) burnunu sokmak
put/stick the boot in [uk] v. yerdeki birine tekme atmak
put/stick the boot in [uk] v. tekmeyi vurmak/çakmak
put/stick the boot in [uk] v. tekmelemek
put/stick the boot in [uk] v. tekmeyi patlatmak
put/stick the boot in [uk] v. düşene bir tekme daha vurmak
put/stick the boot in [uk] v. üstüne varmak
put/stick the boot in [uk] v. tuz biber olmak/ekmek
send (one) away with a flea in (one's) ear [uk/australia] v. (birini) kovmak
send (one) away with a flea in (one's) ear [uk/australia] v. (birini) defetmek
send (one) away with a flea in (one's) ear [uk/australia] v. (birini) kapı dışarı etmek
send (one) away with a flea in (one's) ear [uk/australia] v. (birini) başından kovmak
speak with a plum in (one's) mouth [uk] v. böbürlene böbürlene konuşmak
speak with a plum in (one's) mouth [uk] v. yukarıdan konuşmak
stick (one's) oar in (something) [uk] v. (bir şeye) salça/maydanoz olmak
stick (one's) oar in (something) [uk] v. üstüne vazife olmayan işlere karışmak
stick (one's) oar in (something) [uk] v. (bir şeye) burnunu sokmak
stick (one's) oar in (something) [uk] v. (bir şeye) karışmak
take something in your stride [uk] v. bir şeyi doğal karşılamak
take something in your stride [uk] v. bir şeyi olduğu gibi kabullenmek/kabul etmek
take something in your stride [uk] v. bir şeyi normal/sakin karşılamak
take something in your stride [uk] v. bir şeyin üstünde durmamak
throw a monkey wrench in (something) [uk] v. (bir şeyin) çarkına etmek
throw a monkey wrench in (something) [uk] v. (bir işi) bozmak
throw a monkey wrench in (something) [uk] v. (bir şeyin) içine etmek
throw a monkey wrench in (something) [uk] v. (bir işe) taş koymak
throw a monkey wrench in (something) [uk] v. (bir şeyin) tekerine çomak sokmak
throw a spanner in the works [uk] v. işlerin çarkına etmek
throw a spanner in the works [uk] v. işeri bozmak
throw a spanner in the works [uk] v. işlerin içine etmek
throw a spanner in the works [uk] v. işe taş koymak
throw a spanner in the works [uk] v. işe tekerine çomak sokmak
tie (oneself) in knots [uk] v. (kendi) aklını karıştırmak
tie (oneself) in knots [uk] v. (kendi) kafasını karışmak
tie (oneself) in knots [uk] v. (kendini) işin içinden çıkamaz hale getirmek
turn in his/her grave [uk] v. mezarında kemikleri sızlamak
turn in his/her grave [uk] v. mezarında ters dönmek
would turn in your grave [uk] v. kemikleri sızlamak
would turn in your grave [uk] v. mezarında ters dönmek
would turn in your grave [uk] v. mezarında kemikleri sızlamak
pushing on in years [uk] adj. yaşlı
pushing on in years [uk] adj. yaşlanmakta
pushing on in years [uk] adj. yaş almakta
(as) happy as a pig in muck [uk] adj. halinden/durumundan çok memnun
(as) happy as a pig in muck [uk] adj. keyfi yerinde
in harness (with somebody) [uk] adj. (biriyle) birlikte çalışan
in harness (with somebody) [uk] adj. (biriyle) yakın temasta çalışan
in harness (with somebody) [uk] adj. (biriyle) iş birliği yapan
stuck in a groove [uk] adj. (kendi) köşesine tıkılıp kalmış
in good nick [uk] expr. iyi durumda
in good nick [uk] expr. durumu iyi
in poor nick [uk] expr. kötü durumda
in poor nick [uk] expr. durumu kötü
in bad nick [uk] expr. kötü durumda
in bad nick [uk] expr. durumu kötü
in good repair [uk] expr. iyi durumda
in good repair [uk] expr. durumu iyi
in poor repair [uk] expr. kötü durumda
in poor repair [uk] expr. durumu kötü
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey iyi gidiyor
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey çok güzel
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey yolunda
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey güllük gülistanlık
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) işler tıkırında
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) gül gibi
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey toz pembe
in dock [uk] expr. tutuklanmış
in dock [uk] expr. gözaltında
in dock [uk] expr. sanık sandalyesinde
in dock [uk] expr. bir yetkiliyle başı dertte
in dock [uk] expr. önemli bir kişiyle başı belada
in (one's) pomp [uk] expr. yeteneğinin zirvesinde
in (one's) pomp [uk] expr. fiziksel becerisinin zirvesinde
in (one's) pomp [uk] expr. en başarılı döneminde
in (one's) pomp [uk] expr. en verimli/üretken döneminde
in (one's) pomp [uk] expr. en parlak döneminde
in (one's) pomp [uk] expr. en etkin döneminde
in dickie's meadow [uk] expr. tehlikede
in dickie's meadow [uk] expr. tehlike altında
in dock [uk] expr. uygun değil
in dock [uk] expr. saf dışı
in dock [uk] expr. pasif
in dock [uk] expr. tamirhanede
in ordinary [uk] expr. yetkili
in ordinary [uk] expr. şu anki yetkili
in ordinary [uk] expr. yetkili konumda
in ordinary [uk] expr. kullanım dışı (savaş gemisi)
in pop [uk] expr. rehin
in the reckoning [uk] expr. önem kazanmakta
in the reckoning [uk] expr. etkisini artırmakta
in the reckoning [uk] expr. başarılı olma şansına sahip
in the reckoning [uk] expr. başarabilecek/kazanabilecek konumda
in the wilderness [uk] expr. boşlukta olduğu bir dönem
in the wilderness [uk] expr. geride kaldığı bir dönem
in the wilderness [uk] expr. ortadan kaybolduğu bir dönem
no more than ninepence in the shilling [obsolete] [uk] expr. bir tahtası eksik
no more than ninepence in the shilling [obsolete] [uk] expr. deli
no more than ninepence in the shilling [obsolete] [uk] expr. aklı kıt
no more than ninepence in the shilling [obsolete] [uk] expr. yarım akıllı
no more than ninepence in the shilling [obsolete] [uk] expr. akılsız
no more than ninepence in the shilling [obsolete] [uk] expr. zekasız
very little in it [uk] expr. pek farkı yok
very little in it [uk] expr. fark edilebilir/dikkate değer bir değişiklik yok
very little in it [uk] expr. gözle görülür bir fark yok/değil
it's early in the day [uk] expr. (hüküm vermek için) henüz erken
it's early in the day [uk] expr. daha çok erken
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey iyi gidiyor
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey çok güzel
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey yolunda
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey güllük gülistanlık
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) işler tıkırında
everything in the garden is lovely [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey toz pembe
everything in the garden is rosy [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey iyi gidiyor
everything in the garden is rosy [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey çok güzel
everything in the garden is rosy [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey yolunda
everything in the garden is rosy [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey güllük gülistanlık
everything in the garden is rosy [uk] expr. (mecazi anlamda) işler tıkırında
everything in the garden is rosy [uk] expr. (mecazi anlamda) her şey toz pembe
in a paddy [uk] expr. küplere binmiş
in a paddy [uk] expr. sinir krizine girmiş
in a paddy [uk] expr. sinirden deliye/çılgına dönmüş
in all your puff [uk] expr. bütün hayatı boyunca
in all your puff [uk] expr. ömründe
in all your puff [uk] expr. hayatında
in full flow [uk] expr. son sürat devam eden
in full flow [uk] expr. son hızıyla süren
in full flow [uk] expr. tam gaz devam eden
in full flow [uk] expr. tıkırında işleyen
in full flow [uk] expr. uzun uzadıya konuşan
in full flow [uk] expr. sayıp döken
in full flow [uk] expr. hızlı hızlı anlatan
in full flow [uk] expr. akıcı bir şekilde konuşan/anlatan
in full flow [uk] expr. kaptırıp konuşan
in full spate [uk] expr. son sürat devam eden
in full spate [uk] expr. son hızıyla süren
in full spate [uk] expr. tam gaz devam eden
in full spate [uk] expr. tıkırında işleyen
in full spate [uk] expr. uzun uzadıya konuşan
in full spate [uk] expr. sayıp döken
in full spate [uk] expr. hızlı hızlı anlatan
in full spate [uk] expr. akıcı bir şekilde konuşan/anlatan
in full spate [uk] expr. kaptırıp konuşan
in glowing colours [uk] expr. ballandıra ballandıra (anlatmak)
in glowing colours [uk] expr. överek
in glowing colours [uk] expr. renklendirerek (anlatmak)
in glowing colours [uk] expr. övgü dolu sözlerle
in glowing colours [uk] expr. övgüyle
in glowing colours [uk] expr. sitayişle
in glowing colours [uk] expr. olumlu biçimde
in pole position [uk] expr. avantajlı durumda/konumda
in pole position [uk] expr. güçlü durumda/konumda
in queer street [uk] expr. borca batmış
in queer street [uk] expr. darda
in queer street [uk] expr. meteliğe kurşun atan
in queer street [uk] expr. mali yönden zor durumda
in queer street [uk] expr. uçan kuşa borcu olan
in someone's bad books [uk] expr. birinin gözünden düşmüş
in someone's bad books [uk] expr. birinin kara listesinde
in someone's good books [uk] expr. birinin gözüne girmiş
in someone's good books [uk] expr. birinin gözdesi
in spate [uk] expr. çağlamakta
in spate [uk] expr. gürül gürül akmakta
in spate [uk] expr. yoğun şekilde akmakta
in spate [uk] expr. şiddetli akmakta
in spate [uk] expr. debisi çok artmış
in (full) spate [uk] expr. çağlamakta
in (full) spate [uk] expr. gürül gürül akmakta
in (full) spate [uk] expr. yoğun şekilde akmakta
in (full) spate [uk] expr. şiddetli akmakta
in (full) spate [uk] expr. debisi çok artmış
in (full) spate [uk] expr. tam gaz konuşmakta
in (full) spate [uk] expr. konuşmaya kaptırmış
in (full) spate [uk] expr. taramalı tüfek gibi anlatmakta/konuşmakta
in (full) spate [uk] expr. çenesi düşmüş
in (full) spate [uk] expr. dur durak bilmeden konuşmakta
in the driving seat [uk] expr. direksiyonda
in the driving seat [uk] expr. kontrolü eline almış
in the driving seat [uk] expr. kontrolü altında
in the driving seat [uk] expr. güçlü durumda
in the top flight [uk] expr. zirvede
in the top flight [uk] expr. üst düzeyde
in the top flight [uk] expr. en iyiler arasında
in the top flight [uk] expr. en üst noktada
in the top flight [uk] expr. birincilik seviyesinde
in the van [uk] expr. en önde
in the van [uk] expr. öncü
in the van [uk] expr. lider
in the van [uk] expr. önde giden
in the van [uk] expr. önü çeken
in with a chance [uk] expr. bir şans bulmuş
in with a chance [uk] expr. bir şans elde etmiş
in with a chance [uk] expr. bir şans yakalamış
like a child in a sweet shop [uk] expr. darı ambarına düşmüş tavuk gibi
like a child in a sweet shop [uk] expr. etekleri zil çalan
like a child in a sweet shop [uk] expr. şekerci dükkanındaki çocuk gibi
like a child in a sweet shop [uk] expr. sevinçten çılgına dönmüş
like a child in a sweetshop [uk] expr. darı ambarına düşmüş tavuk gibi
like a child in a sweetshop [uk] expr. etekleri zil çalan
like a child in a sweetshop [uk] expr. şekerci dükkanındaki çocuk gibi
like a child in a sweetshop [uk] expr. sevinçten çılgına dönmüş
not a shot in your locker [uk] expr. cebinde metelik yok
not a shot in your locker [uk] expr. hiç şansı yok
not in the same street [uk] expr. kadar iyi değil
not in the same street [uk] expr. aynı seviyede/düzeyde/kulvarda değil
not in the same street [uk] expr. aynı kalitede/sınıfta değil
not in the same street [uk] expr. bir değil
not in the same street [uk] expr. denk değil
one in the eye for someone [uk] expr. birine kapak
one in the eye for someone [uk] expr. biri için bir mağlubiyet/yenilgi
one in the eye for someone [uk] expr. biri için bir hayal kırıklığı
one in the eye for someone [uk] expr. birine vurulmuş bir darbe
one in the eye for someone [uk] expr. biri için bir hezimet
Speaking
we live in the same flat [uk] expr. aynı dairede yaşıyoruz
we live in the same flat [uk] expr. aynı evde yaşıyoruz
Telecom
ring in [uk] v. birine telefonla bildirmek
Education
pgce (postgraduate certificate in education) [uk] abrev. eğitimde lisansüstü sertifika
History
jack-in-the-green [uk] n. (eskiden İngiltere'de) mayıs kutlamalarında üzerini yapraklarla kaplayıp dans eden kimse
Slang
pain-in-the-arse [uk] n. başa bela
pain-in-the-arse [uk] n. sinir bozucu
pain-in-the-arse [uk] n. gıcık
pain-in-the-arse [uk] n. can sıkıcı
pain-in-the-arse [uk] n. baş belası
fight in armour [obsolete] [uk] v. kondom takmak
fight in armour [obsolete] [uk] v. kondomla korunmak
fight in armour [obsolete] [uk] v. kondomla sevişmek
fight in armour [obsolete] [uk] v. kondom kullanarak sevişmek
get your arse in gear [uk] v. harekete geçmek
get your arse in gear [uk] v. kıçını kaldırmak
get your arse in gear [uk] v. elini çabuk tutmak
get your arse in gear [uk] v. acele etmek
quids in [uk] adj. karda
quids in [uk] adj. kar eden
quids in [uk] adj. kazançlı
in a hole [uk/australia] expr. açmazda
in a hole [uk/australia] expr. çıkmazda
in a hole [uk/australia] expr. zor durumda
in a hole [uk/australia] expr. kapana kısılmış
in a hole [uk/australia] expr. kötü durumda
in a pig's arse [uk/australia] exclam. dünyada olmaz